AKIL-AKIL BALİĞ
• Düşünme, anlama, kavrama ve davranışlarını ayarlama melekesi, us… hâfıza, hatır… fikir, düşünce… felsefede idrak melekesi. (Ayverdi)
• Akıl terim olarak, düşünmek, duyu vasıtalarıyla idrak etmek suretiyle bilinmesi mümkün olan şeyleri bilme ve anlama gücü, iyiyi kötüden ayırt etme kabiliyeti, varlığın hakikatini idrak melekesi, maddî olmayan, fakat maddeye tesir eden cevher demektir. (Diyanet)
• Zihnin anlama, kavrama ve düşünme yetisi. (Sevinçgül)
• Arapça “akl” kontrollü düşünme yeteneği, sağduyu, itidal. (Nişanyan)
~
“AKIL: Kalb ve ruhun madeninde, beynin ışığında bulunan manevî bir nurdur ki insan bununla, duyu organlarıyla hissedilemeyen şeyleri anlar.” (Elmalılı, 2/164 tefsirinden)
“…Kur’an’da akıl kelimesi biri geçmiş, diğerleri geniş zaman kipinde olmak üzere kırk dokuz yerde fiil şeklinde geçmektedir. Bu âyetlerde genellikle “akletme”nin yani aklı kullanarak doğru düşünmenin önemi üzerinde durulmuştur. Kur’an terminolojisinde akıl “bilgi edinmeye yarayan bir güç” ve “bu güç ile elde edilen bilgi” şeklinde tarif edilmiştir (bk. Râgıb el-İsfahânî, “akl” md.)…” (TDV İslâm Ansiklopedisi, Akıl maddesi)
Tartışma
Literatürde akıl, üzerinde genel uzlaşı sağlanmış bir kaç kelimelik kısa tarifi ve konumlandırması yapılamadığından olsa gerek, dolaylı yollarla uzun uzadıya anlatılmaya çalışılıp pek başarılı olunamamış, soyut kavramlardan biri olarak karşımızda durmakta.
Aklı, duyu organlarımız aracılığıyla depolanan tüm verilerin işlendiği ve değerlendirildiği, beyni kaplayan bir enerji tabakası olarak varsayalım. Bu sayede an itibarıyla kaydedilmekte olan yeni bilgiler, kaydedilmiş bilgilerle sentezlenerek, kapasiteye bağlı durum ve olasılık algısı sağlandığı söylenebilir…
Akıl olmadan verileri işleme ve değerlendirme yeteneğimiz olamayacağından, Kur’an da, akıl sahiplerini muhatap almaktadır. O’nda akıl sahibi herkesin alacağı dersler olduğu görülmektedir.
~
Akıl baliğ (akil baliğ/âkıl baliğ/âkil ve baliğ) olan yani akıllı-yetişkin, aklı ermiş, aklını kullanabilen, eğriyi doğruyu birbirinden ayırabilen, aklen ve bedenen ergin statüsü kazanmış kimseler bireysel ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlüdürler. Bireyin tek başına biyolojik yetişkinliğe ulaşması akil baliğ olduğunu göstermez. Bunun için hayat bilgisi ya da davranış bilimleri olarak özetlenen sosyolojik, psikolojik, etik ve benzeri konularda belli seviyede dengeli gelişmişlik de gerekir. Bu süreç kısa vadede bireyin genetik kapasitesine, ortamına, olanaklarına bağlıdır. İşte tam bu yüzden akil baliğ olmak için kesin ve standart bir yaş belirlemek mümkün görünmemektedir.
“Arapça âkil: akıllı, rasyonel; bâliğ: ulaşan, erişen, varan; bulûğ: ulaşma, yetişme, yetişkin olma” (Nişanyan)
Dînî sorumluluklar da bu çağda başlar. Akıl sahibi olmayanların dînî anlamda sorumlulukları olmadığı gibi, toplumsal sorumlulukları da ailelerine ya da kamuya aittir.
Nasıl toplum akıl sahibi olmayanlara karşı sorumluysa üstün akıl sahibi olanların sorumluluğu da, akıllarını sosyal ve kültürel anlamda insanlığın yükselmesine, yararına kullanmalarıdır. Bu anlamda bu tip kişilerin desteklenip değerlendirilmeleri önemlidir.
Orta ve uzun vadede aklın optimal yararlı seviyede kullanılması, kültüre, çevreye ve eğitimin kalitesine bağlı görünmektedir.
~
Düşünme, anlama, öğüt alma, uygulama, akıl sahibi olanların akıllarını kullanıp kullanmamalarıyla ilgilidir. Kur’an’da bir çok ayette akıldan ve akıl seviyelerinden bahsedilmektedir. Çeşitli ayetlerde kullanıldıkları şekliyle ilgili bazı örnekler şöyledir:
[“…akıllı olan…” (2/164), “…aklı eren…” (13/4), ” …aklı başında…” (40/54), “…akıl sahipleri…” (14/52), “…aklı ermez…” (49/4), “…akıl erdiremez…” (2/170), “…aklı olanlar…” (20/128), “…aklını kullanan…” (16/12), “…aklını kullanmayan…” (59/14), “…üstün akıllı…” (13/19)] (Elmalılı)
İnsanların doğuştan gelen potansiyelleri ve gelişim sürecindeki olanakları görece farklı olduğundan, bireysel kavrayış, algılama ve değerlendirmeler farklı olabilir. Hz. Muhammed veda hutbesinde bu olası farklılığa şöyle işaret etmektedir:
“…Allah’ın rahmeti bugün sözümü işitip onu iyice kavrayanların üzerine olsun! Benim bu sözlerimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse burada bulunandan daha iyi anlar ve itaat eder…” (TDV İslâm Ansiklopedisi, Vedâ Hutbesi maddesi)
~
Her insan okuduğu Kur’an’ı kendi aklınca değerlendirebilir, anladığı kadarıyla kural ve hükümler koyarak kendi yolunu belirleyebilir. Ancak böyle bir durumda herkes kendi değerlendirmesini savunacağından ortak paydada buluşmak bugünkünden çok daha zor olacaktı.
Ortak payda olarak hiç kimsenin itiraz etmeden kabul edebileceği yegane kişi Hz. Muhammed’tir. Sünnet ve hadis, bu açıdan ihtiyaç olarak değerlendirilebilir. Bunun yanında kötü niyetlilerin dîni istismar ederek bilgi sahibi olmayanları kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmelerine karşı da sünnet ve hadis, uygulama örneği olarak en önemli kaynaktır.
Hz. Muhammed Kur’an’ı Kerim’i en iyi anlayan kişi olarak, sünneti ve hadisleriyle Kur’an’ı tefsir etmiş, kural ve hükümler koyarak İslâmî yolu ana hatlarıyla belirlemiş, örnek oluşturmuştur.
İnsanı hayvanlardan ayıran en önemli fark olan akıl, nasıl ve hangi amaçla kullanıldığına bağlı olarak, bu farkın artmasına da azalmasına da sebep olabilir. Yani ilk bakışta insana bahşedilen bir lütuf/nimet olarak görünen akıl, kullanılmaması ya da kötü amaçlarla kullanılması halinde, insanı hayvan seviyesine, belki daha aşağılara çekerek laneti haline gelebilir.
YARARLANILAN ESERLER
(Ayverdi), İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük 2011
(Diyanet), Dînî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 2006
(Sevinçgül), Ömer Sevinçgül, Küçük Lügat 2005
(Nişanyan), Sevan Nişanyan, Nişanyan Sözlük, Çağdaş Türkçenin Etimolojisi
(Elmalılı), Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili Sadeleştirenler; Prof. Dr. İsmail Karaçam, Yrd. Doç. Dr. Emin Işık, Yrd. Doç. Dr. Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel 2011 (Tefsir)
(TDV İslâm Ansiklopedisi), Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
Büyük Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu
Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Prof. Dr. Mehmet Kanar