MÜSLİM-MÜSLÜMAN, MÜMİN-İMAN

MÜSLİM-MÜSLÜMAN, MÜMİN-İMAN

• Müslim, (Arapça “boyun eğmek, barış yapmak” tan Müslim.) Müslüman. (Ayverdi)

• Müslüman, İslâm dîninden olan kimse, Muhammedi. (Ayverdi)

• Mümin, (Arapça iman “tasdik etmek, inanmak, boyun eğmek” ten mümin.) Allah’ın varlığına, birliğine, Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve peygamber olduğuna ve İslâmiyet’in diğer iman esaslarına inanan, iman sahibi kimse, Müslüman. (Ayverdi)

• İman, (Arapça emn “emin olmak, güvenmek” ten iman.) Allah’a inanma, dîni inanç. Kuvvetli inanç. Allah’ın birliğine, meleklerine, mukaddes kitapları, peygamberleri, kıyamet gününü, kaderi, ölümden sonra dirilmeyi kalp ile tasdik ve dil ile ikrar etme, kalben inanma ve dil ile söyleme. (Ayverdi)

• İman, sözlükte “birini söylediği sözde tasdik etmek, söylediğini kabul etmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, şüpheye yer vermeden kalpten tasdik etmek; eman vermek, emin kılmak” anlamlarına gelen imân, ıstılahta, Hz. Peygamber’in Allah’tan getirdiği ve zarûrât-ı dîniyye (dînî gereklilikler) olarak bilinen hükümleri, haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul ile bunların gerçek ve doğru olduğuna inanmak demektir. (Diyanet)

• Arapça muslim, teslim olan, İslâm olan; islâm, teslim olma, İslâm dîni.  (Nişanyan)

• Farsça muslimân  (Arapça muslim, Farsça +ân çoğul takısıyla.) İslâma mensup kişiler. (Nişanyan)

• Mümin, Arapça mu’min: iman eden, inanan; âmana: iman etti, inançlı idi; amana: güvendi inandı. (Nişanyan)

~

“İman:Dinsel geleneklerce ifade edilen doktrinleri kabullenme; insanın kendisine sunulan ilâhî gerçeğe olumlu cevap vermesi. Genel anlamda iman, dinsel gelenekler tarafından öngörülen en küçük yaklaşıma kadar her şeyi kabullenme olarak düşünülebileceği gibi, dar anlamda, her inanç sistemi tarafından belirlenen ve o sistemin temel yapısını içeren kısa formülleri benimseme olarak da anlaşılabilir. Bu doğrultuda İman formülü basit bir cümleden ibaret olabileceği gibi, çok uzun ve karmaşık doktrinleri de içerebilir. Ayrıca İman, gelenekten geleneğe farklılık göstererek, yalnızca basit bir kalben kabul etme şeklinde algılanabileceği gibi, inanılan şeylerin hareketlerle de desteklenmesi şeklinde de kabul edilebilir. İslâm’da genellikle kısaca altı ana esasta (Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete ve kadere iman) toplanan iman, geniş anlamda Kur’an’da inanılması ve kabul edilmesi gereken her şeye inancı içerir. Ebu Hanife, imanın beş unsuru barındırması gerektiğini belirtir. Bunlar inancın dil ile ikrarı, kalp ile tasdik edilmesi, inanılan şeye gönülden bir haz duyma (yakın), inanılan şeyi bilme (marifet) ve son olarak inanç doğrultusunda yaşamı düzenlemedir.” (Mehmet Aydın)

~

“…bir hadis-i şerifte olgun Müslüman: “Müslüman odur ki Müslümanlar, onun dilinden ve elinden selâmet bulur.” diye tarif edilmiştir.” (Elmalılı, 2/208 tefsirinden)

“Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah azabı, akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.” (Diyanet Tefsiri, 10/100)

“Allah’ın izni olmadan hiç kimsenin iman etmeyeceği hususunun hemen ardından Allah’ın, akıllarını kullanmayanları iğrenç bir duruma sokacağının, yani kirli halleriyle baş başa bırakacağının bildirilmesi; yaratanın Allah Teâlâ, seçme kararını verecek olanın ise insan olduğunu, bir başka anlatımla, insanın imanla ilgili sorumluluğunun akıl nimetini yerli yerince kullanıp kullanmamasından kaynaklandığını açıkça ortaya koymaktadır.” (Diyanet Tefsiri, 10/100 tefsirinden)

“Ey Muhammed, Bedeviler “İman ettik” derler. Sen onlara şöyle de: Hayır, iman etmediniz. Siz ancak “Müslüman olduk” deyin. Çünkü iman henüz kalbinize girmemiştir.” (Taberi, 49/14)

~

Tartışma

        Bir önceki âyetten Müslüman olmakla, iman etmenin yani mümin olmanın farklı olduğu anlaşılmaktadır. Tefsir kitaplarında açıklayıcı rivâyetler vardır. Sözle Müslüman olduğunu söyleyen birine -düşüncelerini görme imkanımız olmadığından- inanmak gerekir. En fazla yapılabilecek şey, dîni gereklilikleri yerine getirip getirmediğine bakmak olabilir. Yani, söze ve görünüşe göre Müslüman olunabilir, en azından Müslüman imiş gibi görünülebilir. Ancak işin tadı-tuzu, keyif verici, kazandırıcı kısmı olan iman etme, görünenin ötesinde kalpten gönülden inanmayı, vecibeleri samimiyetle severek ve isteyerek  yerine getirmeyi gerektirir. İç huzuru ve mutluluğun yolu buradan başlar.

         Yazılı kaynaklardan Kur’an’ın vahyedilme sürecinde de günümüzdeki gibi dinin bedensel, düşünsel, ekonomik, sosyolojik gerekliliklerine yeterince önem vermeyerek, sadece diliyle “Müslümanız” diyenlerin, bir anlamda göstermelik Müslümanların olduğunu anlıyoruz. Günü kurtarma, kazanç sağlama çabasıyla yapıldığını düşünebileceğimiz bu içi boş görünürde kabullenmenin ne kadar yarar sağladığını veya sağlayacağını bilemeyiz ama, yarını kurtarmaya yetmeyeceği kesindir.

        Eğer… inanmayan; böyle bir seçeneği tanımayan; inanıp inanmayacağıyla ilgili fikri dahi olmayan; hedeflerini dünya hayatıyla sınırlı tutanlar varsa… önerimiz, gelecekle ilgili düşüncelerini gözden geçirip, ulaşmak istedikleri noktayı gerçekçi bir yaklaşımla tekrar belirlemeye çalışmalarıdır. Bu tutum kimseye bir şey kaybettirmez. Yapılması gereken yaradılıştan sahip olduğumuz ancak çeşitli nedenlerle üstü küllenmiş olan cevhere ulaşıp, bilgiyi ortaya çıkartmaktır.

        Ancak, âyette de belirtildiği gibi iman da zorlamayla olmaz, peygambere dahi bu konuda izin verilmemiştir.

“Ey Muhammed, eğer rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi. O halde iman etsinler diye insanları zorluyor musun?” (Taberi, 10/99)

~

         Bir derneğe, kulübe üye olduğunuzu, bir okula yazıldığınızı veya  gelenekselleşmiş bir metotla sistematik eğitim veren bir gruba ya da akıma katıldığınızı düşünün. Nasıl böyle yerlere girmek isteyenler bâzı ritüellere uymak, bâzı şeyleri anlayıp öğrenmek ve uygulamak için çaba göstermek zorunda iseler,  ya da meslek sahibi olmak,  para kazanmak gibi bir hedefe ulaşmak isteyen biri bâzı sıkıntılara ve zorluklara göğüs germek zorunda kalıyorsa, layıkıyla Müslüman olmak isteyen birinin de bâzı şeyleri anlaması, öğrenip uygulaması için çaba göstermesi en azından bunu istemesi gerekir. Yeterince emek vermeden bir hedefe ulaşılamayacağı gibi hasbelkader Müslüman doğan biri de, öğrenme anlama gayreti göstermeden, bâzı ezber ve yüklemelerle yetinirse, ancak içi doldurulmamış “Müslümanız elhamdülillah” seviyesinde kalır.

         Ne söylediğini bilmeyen, duyduğunu anlamayan, anlamaya çalışmayan, üzerinde düşünmeyen, körü körüne bir şeyler yapıp ta, yaptığına kendisi bile inanmayan kim(!) işinde başarılı olabilir ki…

         Dünya hayatında başarılı olabilmek için -ki, para kazanmak ve takdir edilmek gibi iki başlıkla özetlenebilir- onca çaba gösteriyoruz, zaman harcıyoruz değil mi…  Hem de günü geldiğinde kazanımlarımızı bırakıp gideceğimizi bile bile. Peki inandığımızı söylediğimiz tâbi olduğumuz dînin, yaşam sırasında ve sonrasında vaat ettiği güzel şeylere ulaşabilmek için, yeterince çaba gösteriyor muyuz…



YARARLANILAN ESERLER

(Ayverdi), İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük 2011

(Diyanet), Dînî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 2006

(Nişanyan), Sevan Nişanyan, Nişanyan Sözlük, Çağdaş Türkçenin Etimolojisi

(Mehmet Aydın), Prof. Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Nüve Kültür Merkezi 2005

(Elmalılı), Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili Sadeleştirenler; Prof. Dr. İsmail Karaçam, Yrd. Doç. Dr. Emin Işık, Yrd. Doç. Dr. Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel 2011 (Tefsir)

(Diyanet Tefsiri), Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Kuran Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara 2003

(Taberi), Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri/ Hisar Yayınevi

(Bayraklı), Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Meali, Bayraklı Yayınları 2007

(TDK), Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük