FARZ

• 1. İslâm dîninde Allah’ın emri olduğu kesin bir dille sabit olan, yapılması sevâbı, özürsüz olarak terki büyük günâhı, inkârı ise küfrü getiren itikadî, amelî, ahlâki yükümlülük. 2. Şart ve gerekli olan şey. 3. Namazların, terk edilmesine izin verilmeyen, vakti geçirilirse kazâ edilmesi şart koşulan rekatları. (Ayverdi) 

• Sözlükte “bir şeyi kesinleştirmek, takdir etmek, pay ve parçalara ayırmak, belirlenmiş şey ve pay” anlamlarına gelen farz, bir fıkıh terimi olarak, Allah ve Rasulü tarafından kat’î bir delille emredilen fiil ve amel demektir. (Diyanet)

• Müslümanlıkta, özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan. Yapmak zorunda kalınan şey, boyun borcu; Farz etmek: Öyle kabul etmek, var saymak; Farz olunmak: Var sayılmak. (TDK)

• Farz, İslâm’da yapılması zorunlu olan yükümlülükler. (Mehmet Aydın)

• Arapça fard: 1. çentik, işaret 2. din veya yasa kuralı, ödev 3. bir akıl yürütmede tartışılmaz veri olarak alınan şey, varsayım; farada 1. çentti, 2. belirledi, tayin etti, kural koydu, zorunlu kıldı (Nişanyan)

~

         Elmalılı 66/2 tefsirinde Arapça farz kelimesinin gramer yapısına uygun  olarak farklı eklerle kullanılabildiğini, buna bağlı olarak kelimenin farz, beyan ya da iki anlamı kapsayacak şekilde tefsir edilebildiğini belirtmiştir.

“Farz, mükellefin ifa sorumluluğu açısından farz-ı ayn ve farz-ı kifaye şeklinde ikiye ayrılır. Farz-ı ayn, beş vakit namaz, oruç gibi, her mükellefin yapması gereken farz demektir. Farz-ı ayn, bâzılarının yapmasıyla diğer mükelleflerden düşmez. Farz-ı kifaye, toplumsal, sosyal bir vazife mahiyetinde olup, bâzı mükelleflerin yapmasıyla diğerlerinin yapması gerekmeyen farz demektir. Cenaze ile ilgili vazifeler ve cenaze namazı, bâzı mesleklerin icrası bunun örneğini teşkil eder. Farz-ı kifayenin sevabı, yalnız onu işleyene aittir. Toplumda farz-ı kifayeyi ifâ edecek ikinci bir kişi bulunmazsa, artık bu farz, o kişi için farz-ı ayna dönüşür. Meselâ, cenazeyi yıkayabilecek tek kişinin bulunması halinde, bunun yıkaması farz-ı ayn olur.” (Diyanet, farz maddesi)

         Ayn kelimesinin anlamlarından biri “bir şeyin ta kendisi, muayyen ve mahsus olan şey” olarak tanımlanıyor Nişanyan sözlükte. Yani öz, belirli ve özgün şey.

         “Arapça kifâya(t) da yetme, yetişme, yardıma yetişme” olarak karşılık bulmuş aynı sözlükte. Kullandığımız kâfi (=yeterli) kelimesinin kaynağı da bu kelime.

Tartışma

        Kur’an sadece âhiret için midir, öyleyse neden sosyal dayanışmaya önem vermiştir; öyleyse neden âhiret hayatındaki konumumuzu dünyadaki davranışlarımıza bağlamıştır… Yoksa Kur’an toplumdan tamamen soyutlanmış izole tatsız tuzsuz, pesimist bir yaşam mı tavsiye etmektedir.

         Kur’an dünya ve ahiret mutluluğu için yol gösterici bir kitaptır. Ebedî ahiret hayatındaki konumumuzu geçici dünya hayatımızdaki davranışlarımıza bağlamıştır. Bu tespit dünya yaşantımızın ne kadar önemli olduğunun göstergesidir. Yani “fanî dünya hayatı” boş değil, her anını en iyi şekilde değerlendirmemiz gereken bir süreçtir.

         Hal böyle olunca farz kavramını, genelde ezber ve taklidin ötesine geçemeyen, içi doldurulmamış ibadetlerin, şekliyle sınırlamak, Kur’an’ın gönderilme sebebiyle örtüşmemektedir. Aslında adalet, saygı, sevgi, anlayış gibi toplumsal barışı, toplumsal huzuru sağlamaya yönelik her şey… ya direk ibadetlerle ilgilidir ya da ibâdet sonucu edinimi beklenen faydalardır. Bu anlamda ibadetlerin içi öyle doldurulmalıdır ki beklenen faydalar gerçekleşsin.

         Kur’an’da bildirilen ve lâyıkıyla yerine getirilen her farz görevin, insanın gelişimine yücelmesine olgunlaşmasına katkısı olması beklenir.

Örneğin Kur’an’da belirtildiği üzere namazı dosdoğru ve huşû içinde kılabilen bir kişinin, “… Muhakkak ki namaz aşırılıklardan ve kötülüklerden alıkoyar…” (Kesir, 29/45) ayetiyle bildirilen kazanımlara ulaşması beklenirdi. Yani kötü alışkanlıklara saplanıp kalmaması, yalan söylememesi, çalmaması, işine gereken önemi verip kazancını hakkıyla kazanıyor olması vb…

         Eğer kişi namaz kılmasına rağmen hedeflenen faydalara ulaşamamışsa bir yanlışlık bir eksiklik var demektir.

        Farz olarak belirtilen her türlü ibadete (namaz, zekât, oruç gibi) bu gözle bakmak gerekir. Eğer ki farz olarak bildirilen yükümlülükler lâyıkıyla yapılıyor olsaydı, yani her türlü ibâdetten beklenen, insanın olgunlaşması olarak özetleyebileceğimiz gelişimler kazanılmış olsaydı, o zaman barış ve adalet tesis edilip, yaşam kalitesi artmaz mıydı. Herkes hakka, hukuka saygı gösterip, yaptığı işi en iyi en doğru şekilde yapmaya çalışmaz mıydı…

         Kur’an’da açıkça farz olarak geçen veya farz olarak yorumlanan gereklilikler, bireysel-toplumsal gelişimi destekledikleri kadar; barışın huzurun sağlanmasına yönelik tavsiyeler, kanun ilke ve uygulamalar ya da bunların esin kaynağı olarak değerlendirilmişlerdir.

         Konuyla ilgili akademik ya da bireysel çalışmalar, tartışmalar literatürde kayıtlıdır. 

~

         Kur’an’da esas olarak bildirilip detaylandırılmayan bâzı konular (abdest alma, namaz, zekât vb.) Hz. Muhammed tarafından gelenek ve ihtiyaçlar dikkate alınarak örneklerle detaylandırılmıştır. İbadetle ilgili olsun olmasın yaşamın her safhasında fiilen veya sözlü olarak peygamber rehber olmuştur.

         Uygulamada; peygamberin, daha sonra gelen halifelerin, ve sonraki tâbilerden bâzı kimselerin -Kur’an’da geçsin geçmesin- bâzı söz ve davranışlarını farzmış gibi kabul eden mezhep veya cemaatler olduğu da görülmektedir.

         Toplumsal dengeleri bozmadan, başkalarına rahatsızlık vermeden, karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde insanların neye inanıp neye inanmayacakları, neyi uygulayıp uygulamayacakları noktasında karar ve sorumluluk kendilerine ait olmalıdır. Ancak inanılan/inanılmayan, uygulanan/uygulanmayan her şeyi herkesin kabul etmesi için baskı yapmak ya da tam tersi inanılan şeyden vazgeçirmek için baskı yapmak doğru değildir. Aşağıdaki ayette bu görüşü desteklemektedir.

“Dinde zorlama yoktur…” (Elmalılı, 2/256)

“Fakat dinde zorlama yoktur. Allah onu zorla kimseye vermez. Dîni, kişinin kendi tercihi ile dilemesi gerekir. Dinde zorlama kanunu yoktur. Bunu böyle anlamalıdır… Mânânın aslı “zorlama, dinde yoktur” demek olur… Dînin özelliği, zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır. Bundan dolayı İslâm dîninin gerçekten hakim olduğu yerde zorlama bulunmaz veya bulunmamalıdır… Kısaca İslâm’ın hükmü altında herkes görevini isteyerek yapmalı, zorlama olmadan yapmalıdır…. Ancak tebliğ ve teklif edilir…” (Elmalılı, 2/256 tefsirinden)

Not: Kur’an’da geçen Arapça farz kelimesi ve bundan türetilmiş bâzı kelimelerin farklı meal ve tefsirlerdeki karşılıklarıyla ilgili küçük bir çalışma kitabın sonuna eklenmiştir.




YARARLANILAN ESERLER

(Ayverdi), İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük  2011

(Diyanet), Dînî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 2006

(TDK), Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük

(Mehmet Aydın), Prof. Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Nüve Kültür Merkezi 2005

(Nişanyan), Sevan Nişanyan, Nişanyan Sözlük, Çağdaş Türkçenin Etimolojisi

(Kesir), İbn Kesir, Hadislerle Kur’an’ı Kerim Tefsiri, Çeviren, Prof. Dr. Bekir Karlığa- Prof. Dr. Bedriddin Çetiner, Çağrı Yayınları

(Elmalılı), Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili Sadeleştirenler; Prof. Dr. İsmail Karaçam, Yrd. Doç. Dr. Emin Işık, Yrd. Doç. Dr. Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel 2011 (Tefsir)